TÜRKİYE'NİN  SULARININ SİYASAL BOYUTLARI
VE DOĞURDUĞU SORUNLAR  (TÜRKİYE'NİN Jeopolitik Önemi)


 

Sınır aşan sular konusunda Türkiye, Suriye ve Irak arasındaki
anlaşmazlıklar yakın zamana dayanmaktadır. Bu üç ülke arasındaki su
sorununda görüşmeler ve bu husustaki rahatsızlıklar 1970'li yıllardan
itibaren ön plâna çıkmaya başladı. Türkiye'nin Fırat Nehri üzerinde Keban
Barajını, aynı nehir üzerinde Suriye'nin de El Tawra Barajı'nı yapması
bu ülkeler arasında sürtüşmeyi arttırmıştır. 1977 sonlarından itibaren
Türkiye, Karakaya Baraji'nın dolması için bu nehir sularının bir
kısmını tutarken, Irak ve Suriye buna karşı çıkmışlardır. Bu iki ülkenin
bugünkü dünya şartlarına ters düşen ve pek de mütavazi olmayan
alışkanlık ve hedefleri bulunmaktadır. Suriye'nin "Büyük Suriye" projesi
vardır. Bu, Hatay'dan başka Toroslann güneyini (Hilal-i Münbid),
Kıbrıs'a kadar uzanan sahayı içine alan bir projedir. Suriye bu projeyi
gerçekleştirmek ve Orta Doğu'nun liderliğine oynamak istemektedir.
Irak da aynı şekilde Orta Doğu'nun hakimi olmak istediğini, son Kuveyt
saldırısı ile açıkça ortaya koymuştur. Ancak, bu ülkelerin bütün bu hedeflerine
rağmen Batılı güçlerin etki alanından çıktıkları da söylenemez.

Türkiye 1976 yılında Karakaya Barajı'nm yapımına başlamasıyla
kısa sürede kendini bir ucu Beka ve Filistin kamplarına uzanan bir
terör ve anarşi ortamında buldu. Bu sebeple ekonomisi kriz içine giren
Türkiye, Karakaya Barajını kısa sürede bitiremedi. Ama Suriye, aynı yıl
temelini attığı Tabka Barajım, dört yılda tamamladı. Türkiye ise, ancak
1984'ten sonra ekonomisini düzelterek 1987'de Karakaya Barajı'nı,
1992'de de Atatürk Barajını tamamlayabilmiştir. Ne varki, gözden kaçmayan
önemli gelişmeler vardır. Bu gelişmeler, Karakaya Barajı'nın
yapımına başlandığı yıllarda Ermeni Asala terör örgütünün Suriye tarafından
desteklenerek Türkiye'ye yönelmesi ve 1984'ten sonra da PKK
terörünün yine Suriye merkezli olarak Türkiye'ye yönelmiş olmasıdır.
Suriye, Türkiye ile terörü desteklemeyeceği yönünde yaptığı antlaşmalara
rağmen PKK terör örgütünü desteklemeye hala devam etmektedir.

Güneydoğu Anadolu Projesfnin 1984 yılında yapımına hız verilmesi
ile birlikte PKK terörünün tırmandırılması, projenin engellenmesine
yöneliktir. Çünkü GAP projesi Türkiye'nin kalkınmasını sağlayacak hayati
bir projedir. Bu proje. Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki altı ili (Gaziantep,
Şanlıurfa, Mardin, Adıyaman ve Siirt) kapsayan 73.863. km2 lik
bir alanda, Fırat ve Dicle'nin suları ile kollan üzerinde 22 baraj ve 19 hidroelektrik
santralinin yapımı, 1.6 milyon hektar arazinin sulanması ve
her yıl 27 milyar kilovat/saat elektrik üretimi hedefleyen bir projedir.
GAP projesi tamamen bittiğinde 32 milyar dolara malolacak ve Türkiye
elektrik ihtiyacının % 25'i buradan karşılanacaktır.
GAP projesi, kendi tarımsal ve enerji projelerine zarar vereceği korkusu
duyan Suriye ve Irak'ta büyük bir endişeye neden olmuştur,
Atatürk Barajı'nın yapımı Arap basınında geniş bir şekilde bir savaş sebebi
olarak tanımlanmıştır. Suriye ve Irak projenin finansmanına
katkı-da bulunacak olan uluslararası kuruluşlar nezdinde girişimde bulunarak,
projeye desteği engellemişlerdir. Türkiye buna rağmen projeyi
kendi imkanları ile bitirme aşamasına gelmiştir. GAP herşeyden önce,
fakirleşmiş olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ni geliştirecek bir projedir.
Projenin amacı ihracat için tarım ve endüstriyel tarım üretimini
geliştirmek ve bölge nüfusunun hayat standartlarını yükseltmektir.
Suriye ve Irak, GAP'm, özellikle de GAP'la ilgili sulama projelerinin
uygulamaya konmasıyla Türkiye'den bu ülkelere geçecek Fırat sularının
zamanla önemli bir kısıtlamaya uğrayacağından endişe etmektedirler.
Bu nedenle de Türkiye ile uzun vadeli bir su paylaşım antlaşması yapmak
istemektedirler. Türkiye, Irak ve Suriye'nin sınır aşan sular konusundaki
"suların paylaşımı" tezlerini kabul etmemekte ve sorunun bir
paylaşım değil, kullanım sorunu olduğunu ve belirli miktarda suyun
kendilerine tahsis edilebileceğini kabul etmektedir. Bunun için Türkiye,
Fırat ve Dicle havzalarının ülkelerin tüm su kaynaklarıyla birlikte ele
alınması ve su kullanımını optimal düzeye çıkaracak metodların uygulanmasıyla
birlikte, "makul hakça ve optimal" bir kullanım ölçütüne
dayalı bir çözüm öngörmektedir. Suriye ve Irak ise, halihazırdaki durumu
bir politik pazarlık konusu yapmak suretiyle, hem 500 m3/sn'lik
suyun miktarını yükseltmek, hem de Türkiye'nin yükseltilecek miktardaki
suyu sürekli olarak verme yükümlülüğü altına girmesini istemektedirler.
Türkiye ile Suriye ve Irak arasındaki sorun su yetmezliğinden çok,
siyasi ilişkilerde karşılıklı güvenin kurulamamış olmasıdır. Güvensizlik
kısmen jeopolitik yapıdan, kısmen iktisadi nedenlerden, kısmen de Suriye
ve Irak rejimlerinin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bir başka
ifade ile Suriye ve Irak'ın Türkiye ile olan ilişkilerinin dostane düzeyde
olmamasının tek sebebi su değildir. Türkiye Suriye'ye 1987 yılında
taahhüt ettiği 500 m3/sn. su akışını aksatmadan sürdürmektedir. Esas
mesele, Şam'ın, Batı Dünyası tarafından İsrail ile kapsamlı bir barış
antlaşması için zorlanması ve bunun sonucu olarak Suriye barışa doğru
adım attıkça. Hafız Esad rejiminin Türkiye ile ilişkilerinin gerginleşmesidir.
Gerginliğin devam etmesinin güncel olduğu kadar tarihi
geçmişi de vardır. Suriye yönetimi eskiden beri ülkesindeki rejim muhaliflerine
Türkiye'nin destek verdiğine inanır. Ayrıca Suriye yönetimi Hatay'ı
kendi haritasında gösterip Türkiye'ye karşı düşmanca bir kamuoyu
oluşturarak iktidarda kalmaya çalışmaktadır. Türkiye'nin Irak ile sınır
aşan su ilişkileri, Suriye'yle olan ilişkileri kadar problemli değildir. Ancak
bunun dışında özellikle 1990 Körfez Savaşında Türkiye'nin ABD'nin
yanında yer alması ile ilişkiler hemen her konuda gergin bir hale gelmiştir.
Suriye yönetimi, sınır aşan Fırat Nehri konusunda, Türkiye'den
500 m3/sn'nin üzerinde su isterken. Asi Nehri'nin gündeme getirilmesine
hiç yanaşmamaktadır. Lübnan topraklarından doğan Asi Nehri Suriye'yi
geçtikten sonra Türkiye topraklarına girmekte ve dökülmektedir.
Uzunluğu 248 km'dir. Bunun 40 km'si Lübnan, 120 km'si Suriye ve 88
km'si Suriye içindedir. Ne garip çelişkidir ki Türkiye'yi Fırat'tan yeterli
su vermemekle suçlayan Suriye, yıllık ortalama debisi 1 milyar 200 milyon
m3 olan Asi Nehri sularının yüzde 90'nını kullanırken Türkiye sadece
yüzde 2'sini kullanmaktadır. Türkiye'yi Fırat'ın suyunu azaltmakla
suçlayan Suriye, Asi Nehri'nde suyun hemen hemen tamamını
kullanırken, Türkiye'ye çok az su bırakmaktadır. Bununla da kalmayan
Suriye yönetimi, Asi Nehri sularından faydalanan üçüncü ülke konumundaki
Türkiye'yi muhatap almayarak 20 Eylül 1994 tarihinde
Lübnan ile Asi Nehri'nin sularının kullanılmasını düzenleyen ikili bir
antlaşma imzalamıştır.

Türkiye'nin sınır aşan sulan, bu bölgedeki su sorununun karmaşıklığı
ve tarafların uzlaşmaz tutumu ve bu konudaki çözümsüzlük,
çatışma ihtimalini yoğunlaştırmıştır. Bölge ülkeleri arasındaki güvensizlik
ve 21. yüzyılın başında Bölgede ciddi olarak bir su açığının ortaya
çıkmasının muhtemel görünmesi, savaş senaryoları üretilmesine neden
olmaktadır. Nitekim Almanya'nın Die Welt Gazetesi, "Petrol için değil,
su için savaşılacak" başlıklı yazısında suyun 2000'li yıllarda bölgeyi
savaş alanına çevireceğini yazmaktadır. Suriye'nin Büyük Suriye emeli
ve Irak'taki dengesiz yönetimlerin sık sık depreşen savaş arzulan,
bölgeyi nüfuz altına almak ya da nüfuzu dışına çıkarmamak kaygısı ile
bölgede savaş çıkması, menfaatleri gerektirdiği zaman savaş kışkırtıcılığına
başlayan emperyalist güçlerin oyunu birleşince, su, Orta Doğu'
da savaşın sebebi olmasa bile, her zaman bahanesini oluşturabilir.
Orta Doğu'da bir su savaşının çıkması, Orta Doğu petrollerinin
Batı'ya akışını kesintiye uğratacaksa, başta ABD olmak üzere Batı buna
engel olacaktır. Eğer, çatışmaya engel olunamamışsa, çatışmanın
süratle sona erdirilmesi ve bölgede istirrarın temini sağlanacaktır. Ancak
böyle bir savaş, Türkiye'ye karşı olursa, tüm Arapların ortak bir
düşman karşısında imiş gibi aralanndaki anlaşmazlıklan bir yana iterek
Türkiye karşısında kenetleneceklerinden hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Yunanistan ve Ermenistan da derhal Arapların yanında yer alacaktır.
Türkiye'nin tüm komşuları ile iyi ilişkiler içinde olmasına, sorunları
banş yolu ile çözümlemek için bütün çabalan göstermesine rağmen,
Türkiye'nin toprakları üzerinde hak iddiasında bulunan Yunanistan,
Suriye ve Ermenistan'ın Türkiye için acil ve potansiyel tehdit odakları
olduğu unutulmamalıdır. Tüm Batılı devletler, düşünür ve yazarlar,
çeşitli kuruluşlar. Türkiye ve Suriye arasında çıkabilecek olası bir
savaşın etkileri üzerinde şimdiden çalışmaya başlamışlardır. Örneğin,
1992'de Pentagon'un ABD'nin müdahalesini gerektirebilecek muhtemel
çatışmalar araştırmasında. Öncelikle ele alınan konunun bir Türkiye-
Suriye su çatışması olması dikkat çekicidir. Ayrıca CIA'nın ABD
Hükümeti için hazırladığı bir risk değerlendirme raporunda dünyada
en az on yerde paylaşılan su kaynaklarının eksilmesinden dolayı, savaş
çıkabileceği tahmin edilmektedir. Bu muhtemel savaş noktalarının
çoğunluğu Orta Doğu'dadır.

20001i yıllarda suyun öneminin her geçen gün artacağının
görülmesi. GAP nedeniyle Suriye ve Irak'a daha az su verileceği endişesi
ve Türkiye'nin sınır aşan suları ve Barış Suyu Projesı'ni hayatiyete
geçirmesi durumunda bölgenin lider devleti durumuna gelmesi beklentileri,
başta bölge ülkeleri olmak üzere Batılı büyük devletleri de harekete
geçirmiştir. Bu devletler GAP'ı engellemek için çaba göstermişler, kredi
vermemişler ve terörü teşvik etmişlerdir. Terör örgütü PKK'nın Avrupa
ülkelerinden büyük destekler aldığı, artık hergün gazetelerde yer almaktadır.
PKK terörü GAP'ı on yıl geciktirmiştir. Halbuki Almanya'nın Die
Welt Gazetesi 9 Ocak 1990 tarihli nüshasında "Güneydoğu Anadolu'daki
çöl, GAP gerçekleştiğinde Cennet bahçesine dönecek" diye
yazmıştır. Sözde kurt halkının haklan için mücadele ettiğini söyleyen
terör örgütü PKK ve onun yandaşlarının ne denli bir ihanet içinde oldukları
bu vesile ile bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Arap Devletleri ile işbirliği yapan Suriye, yine Türk topraklarında
gözü olan Yunanistan'la da işbirliği yapıp PKK terörüne verdiği desteği
artırarak Hatay ve su sorununu kendi lehine çevirmeye çalışmaktadır.
Bu arada Türkiye, kendi ülkesine karşı sürekli Kürt kartını oynayan bir
Rusya'nın varlığını da unutmamalıdır. Zira, Rusya, 20-23 Ekim 1994'de
toplanan Türk Kurultayı'na karşılık olarak, Kürt Kurultayı'nın Moskova'da
toplanmasına müsade ve yardım etmiştir. Bu nedenle, Türkiye
Kürt kartını oynayan Rusya'yı gözardı etmeden PKK-ASALA-KGB
üçgeninin işbirliğine dikkat etmek zorundadır. Bunların dışında bölge
ile ilgili olarak ABD, bir yandan PKK terörizmini kınayarak suçlarken,
diğer yandan da Kürtlerin devlet kurmaları yönünde sinyaller vermektedir.
Amerika Kongerisi'nin kurduğu Barış Enstitüsü'ndeki Türkiye konulu
toplantılarda yoğun bir şekilde PKK terör örgütü propagandalarına
müsade etmiş, 32. paralelin güneyindeki bir Şii devlet oluşumuna ışık
yakmış olan ABD, İran'ın da gönlünü almaya çalışmıştır. ABD'nin bu
tür politikalarının amacı, zayıf düşürdüğü Arap devletlerini İsrail ile
kendi öncülüğü ve arabuluculuğunda anlaştırıp, petrol üzerindeki nüfuzunu
devam ettirmektir. Orta Doğu'ya hemen her şeyi ihraç eden ABD,
hiç bir zaman demakrasi ihracını düşünmemiştir. Orta Doğu insanının
bu düşünülmeyeni düşünmekten başka kurtuluşu yoktur.

Türkiye'nin Jeopolitik Konumu ve Avantajları

Jeopolitik konum; bir bölgenin veya bir ülkenin yer siyasetine göre, yani siyasi coğrafya haritasına göre, yerinin belirlenmesidir. Jeopolitik konum belirlemede, jeopolitik kriterler alınır. Örneğin, bir ülkenin büyük bir siyasi birliğe yakınlığı veya uzaklığı, içinde olması veya olmamasını belirlemek jeopolitik konum olarak nitelendirilir.

Jeopolitik konum, siyasi temeller üzerine oturduğundan, sürekli değişken olan siyasetin özelliğine bağlı olarak değişkendir.

Türkiye'nin jeopolitik konumu belirlenirken, dünyadaki güç odaklarını göz önünde bulundurmak gerekir. Bugün için dünya coğrafyasında bulunan güç merkezleri, ABD, BDT, AB, Çin ve Japonya'dır. Türkiye tüm bu güç odaklarının tam merkezinde bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye'nin jeopolitik konumu oldukça önemlidir. Aynı zamanda Türkiye, dünya coğrafyasında büyük askeri bir güç ve birlik oluşturan NATO'nun içindedir ve güney kanadını oluşturan bir devlettir. Diğer taraftan Türkiye; İslam Dünyası ile Hıristiyan Batı Dünyası'nın karşılaşma bölgesinde bulunan Müslüman bir devlettir.

Türkiye, jeopolitik ve jeokültür levhalar üzerinde sınır ülkesidir. Yani batıdan Avrupa kültürü, kuzeyden Rus kültürü, doğudan Asya kültürü ve güneyden Afrika ve Arap kültürü ile sınırlıdır. Dolaysıyla Türkiye, aynı zamanda dünya kültürlerinin kesişme noktasında bulunur.

Türkiye, kuzeybatıdan Balkan ülkeleri, kuzeydoğudan Kafkas ülkeleri, doğu ve güneyden Ortadoğu ülkeleri ile sınırlıdır. Bilindiği gibi, tüm bu ülkeler, dünyanın en istikrarsız bölgeleridir. Savaş coğrafyası haritasında, bu bölgeler sıcak bölgeler diye adlandırılır. Dolaysıyla, Türkiye her yönden savaş çemberi içinde bulunmaktadır. Ancak Türkiye, cumhuriyet kurulduğundan bugüne, bölgede hep istikrar adası olarak kalmayı başarabilmiştir. Türkiye, bölgede istikrarı sağlamış tek ülke olmasına rağmen, çok yakın komşusu olduğu bu savaş bölgelerine karşı da ilgisiz kalamayacağı pek doğal sayılmalıdır. Çünkü Türkiye'nin bu bölgelerle tarihi ve kültürel bağları bulunmaktadır. Nitekim bu bölgeler, yakın geçmişte Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde yer almış ve dolaysıyla halen bu bölgelerde önemli miktarlarda Türk nüfusu yaşamaktadır.